YENİ DÜNYA DÜZENİNDE TÜRKİYE YÜZYILI
İngiliz iktisatçı Jim
O’Neill 2001 yılında yayınladığı “Building Better Global Economic BRICs” adlı
makalesinde; Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin ekonomilerinin gelişimini ele
almış ve literatüre “BRIC” tabirini kazandırmıştı. İsmi geçen bu dört ülkenin
dışişleri bakanları önce 2006’da New York’ta daha da palazlandıktan sonra
2009’da Yekaterinburg’da buluştular. Uluslararası arenada daha çok yer alma ve
müttefik edinme konusunda istekli olan bu 4 ülkenin lideri, doların
hegemonyasını azaltacak bir ortak para birimi konusunu dile getirdiler. Bu
görüşmelerin yapıldığı oturumda kurulan BRIC, 2010’da Afrika’nın parlayan
yıldızı Güney Afrika’nın da katılımıyla “BRICS” haline geldi. 2014’de Fortelaza
yapılan oturumda IMF ve Dünya Bankasına rakip olabilecek, birliğin küresel
anlamda krediler vererek yeni müttefikler edinmesine yardımcı olacak bir kalkınma
bankası olan Yeni Kalkınma Bankası’nın kurulması kararını aldılar. Küresel
ticaretteki dolar hakimiyetini kırmaya istekli olan birlik, bu konuda Fransa
Cumhurbaşkanı Macron’dan da destek gördü. Brezilya’da Bolsonaro’yu mağlup
ederek Başkan seçilen Lula Da Silva, BRICS’in ortak para birimi çıkarılması
konusunda en az Rusya Dış İşleri Bakanı Lavrov kadar istekli görünüyor.
BRICS’in kurduğu Yeni
Kalkınma Bankası, üye ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler için IMF ve Dünya
Bankası’na göre daha iyi bir seçenek oluşturuyor. IMF ve Dünya Bankası kredi
verirken önünüze ekonomik ve siyasi şartlar koyarken Yeni Kalkınma Bankası
siyasi açıdan çok daha esnek davranabiliyor. Kredi talebinde bulunan ülkenin
demokratik durumu, hukukun bağımsızlığı veyahut insan haklarının öncelenmesi
gibi hususlar IMF gibi önünüze koyulmuyor. IMF’ın Nisan 2023 raporunda BRICS’in
dünya gayrisafi yurtiçi hasıladaki payı %33’ken G7 ülkeleri ancak %27’ye
ulaşabiliyor. Ayrıca ABD ve Avrupa
ülkelerinin büyüme beklentisi ancak %1.3’ken gelişmekte olan bu ülkelerin
büyümesi %3.9 olacak. Bu durum Yeni Kalkınma Bankası’nın daha fazla ülkeye
kredi vermesine olanak sağlayacak. Güney Afrika temsilcisi Anil Sooklal nisan
ayında yaptığı açıklamada 13 ülkenin BRICS’e katılmak için resmen 6 ülkenin de
gayri resmi başvuruda bulunduğunu, 2-3 Haziran’da Cape Town’da yapılan
toplantıda genişleme stratejisinin ele alındığını ifade etmişti. BRICS’e
katılma noktasında birçok ülke istekli görünse de temelde en önemli aday Suudi
Arabistan.
Bin Selman liderliğindeki
Suudi Arabistan’ın birliğe katılması ABD’nin yürüttüğü petrodolar sistemine
çomak sokulması açısından oldukça kritik. Prens Selman’ın Suudi yönetimini ele
almasından sonra Suudi Arabistan’ın dış politikasında alışılagelmişin dışında
adımlar atıldı. Öncesinde ABD’nin güdümünde hareket eden krallık Prens
Selman’dan sonra en büyük müttefiki olan ABD çizgisinden çıkıp yeni yollar
arama konusunda istekli görünüyor. İran ile görüşen, Çin’e Yuan ile petrol
satabileceğini açıklayan Suudi Arabistan özellikle Biden iktidarındaki ABD’den
uzaklaşarak BRICS’e katılımıyla küresel ölçekte doların önemini azaltabilir. ABD
enflasyon verilerinin Biden hükümeti için olumsuz seyretmesine neden olan petrol
fiyatlarındaki yükselişte Suudi Arabistan’ın eskiye nazaran daha bağımsız
hareket etmesinden kaynaklanıyor. ABD hükümetinin arzı arttırın talebine petrol
üretimini azaltarak yanıt veren OPEC ülkelerinde Prens Selman etkisi görülüyor.
Çin tarafından da destek bulan Selman, yönünü yavaş yavaş hantallaşan ABD’den
hızla Hindistan ve Çin gibi üretim devlerine kaydırıyor. Lakin BRİCS üyesi ülkelerden
Rusya-Çin ve özellikle Çin-Hindistan çıkar çatışmaları birliğin temelinin sağlamlılığı
konusunda şüphe uyandırıyor. Yakın tarihe dayanan bu çatışmaları şimdiye kadar
tolere eden ve Çin’in izlediği yumuşak güçle yaklaşma politikası sayesinde birlik
bu günlere kadar gelebildi. Batı ittifakına oranla birbirine askeri ve politik destek
verme konusunda oldukça çekimser olan birlik üyelerinin birbirlerine ne kadar
tahammül edebilecekleri meçhul.
9 Eylül 2022’de “Duvar”
ismiyle yayımladığım yazımda 2023 seçimleri sonrası Türkiye’nin dış
politikasıyla ilgili olası senaryoları ele almıştım. İlgi yazıda Erdoğan
iktidarının devamı olursa; Türkiye’nin Batı’yla olan ilişkilerinin daha da
zayıflayabileceğini, Erdoğan’ın Putin başta olmak üzere bürokratik süreçleri
gözetmeden ulaşabileceği liderlerle ilişkilerini genişletebileceğine dair
öngörüde bulunmuştum. Erdoğan’ın seçim gecesi yaptığı balkon konuşması,
Türkiye’nin gelecek dönemdeki dış politikasına dair birkaç ipucu verdi. Seçim
öncesinde Batı medyasının tutumunu eleştiren Erdoğan; IMF ile işlerinin
bittiğini, Trakya’nın bir enerji depolama bölgesi olacağı konusunda Putin’le
görüştüğünü, küresel gelişmelerin bozduğu dengelerin yeniden kurulduğunu ifade
etti. Bu açıklamalara bakılırsa Türkiye’nin yeni yüzyılında Batı ittifakının
bir üyesi olmaktan daha çok; pragmatist bir yaklaşımla Avrasya ittifakına daha
yakın bir denge politikası yürütmesi olası görünüyor.
RİSKLER VE FIRSATLAR
Anil Sooklal’ın ifade
ettiği 19 ülkenin içinde Türkiye’nin olup olmadığını bilmiyoruz fakat BRICS-Türkiye
ilişkilerinin geçmişine baktığımızda giderek artan ticaret hacmi ve diplomatik
yakınlığı gözlemleyebiliyoruz. Halihazırda Putin’e bir telefon uzakta olan
Erdoğan Çin’le ilişkileri geliştirme konusunda en büyük engellerden biri olan
Doğu Türkistan zulmünü ağzına almadığı gibi ülke içinde Çin’e yönelik eylem
yapılmasına izin vermiyor. Son yıllarda Afrika ile de ilişkileri hızla
geliştiren Erdoğan’ın bu konudaki temel stratejisi başta Fransa olmak üzere
Batı’nın Afrika’daki sömürgeci anlayışını eleştirmek. Erdoğan’ın bu sayede
Afrika’da bolca sempati topladığı biliniyor. Önümüzdeki günlerde Suudi
Arabistan’ın da BRICS’e katılması durumunda seçim ekonomisi sürecinde Körfez
sermayesinden yararlanmak adına Prens Selman’la ilişkileri geliştiren Erdoğan
BRICS’e katılma hususunda iyice avantajlı bir konuma geçebilir. Suudi
Arabistan’ın BRICS’e katılması ve yeni bir para birimiyle petrol satmaya
başlaması; halihazırda dolar rezervi erimiş olan Türkiye’nin, dış ticaret
açığının en büyük kalemini oluşturan enerji giderlerini azaltabilir. Avrupa’nın
Rusya boykotu sonrası enerji tedariki konusunda alternatif rotalar aradığı şu
günlerde İran, İtalya ve Rusya’dan gelen çeşitli seviyelerdeki açıklamalarda
Türkiye’nin jeopolitik önemi vurgulanıyor. Kaşıkçı cinayeti sürecinde ilişkilerin
zayıfladığı Suudi Arabistan ile ticaret hacminin genişleyeceği, özellikle
inşaat alanında Türk firmalarının önemli kazanımlar elde edeceği konuşuluyor.
Erdoğan’ın seçim sonrası
görüşme ve hamlelerine bakıldığında Batı’dan tamamen kopmayacağına dair
sinyaller de mevcut. Özellikle Biden ile yapılan telefon görüşmesinde İsveç’in NATO’ya
katılımı ve Türkiye’nin F-16 Block 70 alımı pazarlığı iki tarafı birbirine
bağlıyor. Bu iki konunun hangi vadede çözüleceği Batıyla olan ilişkilerin
yönünü netleştirecektir. Özellikle Akdeniz’deki güç mücadelesi düşünüldüğünde; Türkiye’nin
rakiplerine oranla giderek geride kalan Hava savunma/taarruz kuvvetlerinin gücü,
acilen modernize edilmeli. Bu konuda eski alışkanlıkların terk edilip ABD
dışında bir tedarikçi firma seçilmesi uzak ihtimal olarak görülüyor. Sonuç olarak
Yeni Hariciye kadrosunun önünde oldukça karmaşık ve yeni bir dünya düzeni
bulunuyor. Uzun zamandır oldukça savruk ve öngörülemez şekilde hareket eden Türk
Hariciyesinin alacağı kararların seyri hem biz vergi mükelleflerini hem de
bölge ülkelerini önemli oranda etkileyebilir. Bu nedenle Hakan Fidan ve ekibinin
MİT döneminden daha başarılı olması şart.
Yorumlar
Yorum Gönder