GEÇİRGEN SINIRLAR & OLASI FELAKETLER
Eski kıtadan Güney
Amerika’ya baktığımızda bölge insanın pastoral yapısını, büyük
festivallerindeki sınırsız eğlenceyi ve efsane futbolcularını anımsarız.
Savaşlar, devrimler, ölümler biz eski kıtanın huysuz insanlarına özgüymüş gibi
gelir ve Yeni Dünya’nın sosyopolitik gelişimlerine çok da odaklanmayız. Ancak
tarihe dönüp baktığımızda bölgede birçok savaş, devrim ve göç gibi olayların
meydana geldiği görülebilir: Chaco savaşı, Pasifik savaşı, Peru-Ekvador savaşı,
Şili’de ve Arjantin’de yaşanan darbeler vd. Bunlardan birisi de asıl nedeni düzensiz
göçmen olan ancak literatüre “Futbol Savaşı” olarak geçen 1969 Honduras-El
Salvador savaşıdır. Savaşın ölçeği oldukça küçük olsa da 100 saatlik çatışmanın
temelinde mülteci sorununun yer alması bizler için bazı dersler
barındırmaktadır.
1960’larda Orta
Amerika’nın yüzölçümü açısından en küçük ülkesi El Salvador, kıtanın en yoğun
nüfuslu ülkesiydi. Tarım ülkesi olan El Salvador’un ekilebilir arazilerinin
2/3’ü toprak ağalarının (14 aile elindeydi). Malthusyancı yaklaşımla
değerlendirebileceğimiz El Salvador’un nüfus problemi, topraksız köylülerin
çoğunluğu düşük ücretler sebebiyle El Salvador’dan altı kat büyük ve yarı
nüfusa sahip Honduras’a göç etmeye başladılar. Honduras’ın verimli meyve
bahçelerindeki işçi açığı düşünüldüğünde bu duruma en çok meyve bahçelerini
işleten Amerikan şirketleri sevinmişti. Fakat “Muz Cumhuriyeti” tabirinin
doğmasına neden olan Honduras’ın ekonomik altyapısı oldukça geri durumdaydı.
Sayıları yaklaşık 300 bini bulan El Salvadorlunun gelmesiyle yoksul
Honduraslıların işlerini onlara kaptırması ülkedeki huzursuzluğu arttırıyordu.
Honduras fabrikalarında ve kırsal alanlarında iş bulup çalışan Salvadorlular
Amerikan şirketlerini memnun etse de Honduraslıların hükümetlerine yaptığı
baskılar artıyordu. Bunun sonucunda iki ülke göçün denetimi konusunda müzakere
etse de El Salvador hükümeti nüfus fazlasını azalttığı için göçü engelleme
girişimlerine sıcak bakmıyordu. Honduras halkının baskılarına dayanamayan
hükümet Salvadorluların yerleştiği kırsal alanlardan çıkarılması amacıyla
başlatılan toprak reformuyla sonuçlandı. Bu girişim El Salvadorlu göçmenlerin
ülkelerine zorla geri gönderilmesini içerdiğinden iki ülke arasındaki gerilim
arttı. El Salvador basınında bu geri gönderme girişimi bir zulüm olarak
aktarılmış ve ülkede Honduras’a duyulan nefreti arttırmıştır.
Gerginliğin savaşa evirilmesine neden olacak gelişme ise iki ülkenin karşılaşacağı o coğrafyanın kutsalı olan futbol müsabakası oldu. Dünya Kupası elemeleri için yapılacak ilk maç 8 Haziran 1969’da Honduras’ın başkenti Tegucigalpa’da yapıldı. Maçı ev sahibi Honduras 1-0 kazandı. Maçı babasıyla birlikte izleyen ve ülkesinin aşağılandığını düşünen El Salvador’lu genç kız Amelia Bolanus babasının silahıyla kendini öldürdü. Şehit ilan edilen Bolanus için El Salvador’da geçit töreni düzenlendi. 15 Haziran’da yapılan rövanş maçını 3-0 El Salvador’un kazanmasının ardından 27 Haziran’da Meksika’da yapılan son maçı 3-2 El Salvador kazanmıştı. Maç sonucu iki ülke taraftarları birbirine girmiş ve şiddet olayları patlak vermişti. Honduras’daki Salvadorlu yerleşim alanları ve dükkanlara yönelik saldırılar meydana geldi. Bu olaylar sonrası iki ülke diplomatik ilişkilerini kesip yedeklerini askere çağırıp sınıra konuşlandırdı. 100 saat sürecek savaşın başında iki ülke hava kuvvetleri aracılığıyla birbirinin yerleşim yerlerini bombaladı. Yaklaşık 2-3 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan savaş 18 Temmuz’da ateşkesle sona erdi. Yapılan ateşkeste Honduras’taki El Salvadorluların güvenliğinin sağlanması konusundaki sözlere uyulmadığı eleştirisi El Salvadorlularca yıllarca dile getirildi.
100 saatlik savaşın bu
kadar uzun anlatılmasının arkasındaki neden hikayesinin ilginçliği değil
yasadışı göç olgusunun toplumları getirdiği noktayı göstermek. Oldukça trajik
sonuçlar doğurabilecek mülteci nefreti ülkelerin militarizasyonunu
hızlandırdığı gibi toplumdaki aşırı milliyetçi unsurları tetikliyor. “Avrupa’da
yükselen aşırı sağa” blogun ilk yazısında değinmiştik. Ülkemizde de benzer
şekilde “mülteci” sorunun getirdiği siyasi sonuçları son seçimde gördük.
Milliyetçi oyların artması toplumumuzun mültecilere karşı bakış açısının
gittikçe sertleştiğini gösteriyor. Ülkedeki mülteci sayısının giderek
artmasında birinci elden sorumlu olan siyasi iktidarın bile mültecilere bakışını
değiştirmiş görünüyor. Başlarda “misafirimiz” olarak aktarılan mültecilerin güvenli
geri dönüşü Cumhurbaşkanı tarafından da dile getirilir oldu. Bir zorunluluk
haline gelen bu durumun nasıl gerçekleşebileceği çok büyük bir soru işareti. Bu
yoldaki en büyük sorun Türkiye-Suriye ilişkileri. Birkaç yıl önce sahada
çarpışan iki ülkenin yeniden masaya oturup bu durumu müzakere etmesi için acil
adımlar atması gerekiyor peki bu ne kadar mümkün?
Sosyal medyada bol bol
gördüğümüz Beşar Esad ve Suriye güzellemeleri oldukça can sıksa da olaya Esad
gözünden baktığımızda; rejim muhaliflerinin ülkeden gönderilmesi bir kazanım
olarak görülebilir. Fakat Türkiye de Suriye’nin kuzeyinde ciddi bir bölgede
kontrolü elinde tutuyor. İki ülkenin de ekonomik olarak zor günlerden geçtiği
gerçeği mevcut olsa da Esad’ın kısa vadede devrilmesinin mümkün olmadığı artık
kabul edildi. Bu yüzden müzakere masasında Türkiye’nin daha fazla taviz vermesi
gerekebilir.
Olaya mültecilerin gözünden bakacak olursak “geri dönme” fikri çoğu için ölümle eş değer. Mültecilerin çoğunluğunun Batı ülkelerine gitmek istediği ortada fakat AB-Türkiye arasında yapılan 18 Mart 2016 Mutabakatı ve Yunanistan’daki sıkı denetimler buna engel oluyor. Türkiye’de kalan mültecilerin ne kadarının eski yurtlarına dönmek isteyeceği ise bilinmiyor. Ayrıca çoğunluğunun çeşitli sektörlerde hem patron hem de işçi olarak çalıştığı biliniyor.
Zorla geri gönderme fikri çoğu milliyetçi bireye sıcak gelse de bunun siyasi ve ekonomik sonuçlarına katlanmak gerekecek. Böyle bir durumda Beşar Esad’ın tutumundan çok Batı ülkelerinin tepkileri ve yaptırımları bağlayıcı olacaktır. Ekonomik olarak zor durumda olan hükümetin çözmesi gereken başat sorun olarak görülen mülteciler konusu oldukça hassas bir konu. Dünya Mülteci Gününde Cumhurbaşkanlığından yapılan açıklamada mülteciler için ılımlı mesajlar yer alsa da artan asgari ücret sonrası 22 Haziran’da gelebilecek faiz artırımı sonrası işsizlikteki olası artış “mülteci nefretini” arttırabilir. 9 ay sonraki seçim için hükümetin bu konuda adım atması şart. Aksi takdirde oylarındaki düşüş, dağınık muhalefete rağmen devam edebilir. En olası senaryo; Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyinde kontrol ettiği bölgelerde yeni yerleşim yerleri kurarak buralara istihdamdan uzak ve sosyal yardımlara bağımlı mültecileri yerleştirmesi olarak görülüyor. Bu da yerel seçim çalışmaları için hükümetin eline temsili bir geri dönen mülteci sayısı verebilir. Fakat sorunu temelden çözmek için yeterli olmayacağı açık. Türkiye’nin mültecileri “mülteci güvenliğini” sağlayarak göndermesi tek başına yapabileceği bir durum olmaktan çokta çıktı. Bu konuda bir yandan AB bir yandan Suriye ile çalışmak mecburiyetinde. Ancak bu durumda da bolca taviz verme durumu ortaya çıkabilir. Çoğunluğa cazip gelen zorla geri göndermenin ne getireceği muallak olsa da artan mülteci sayısının ülkenin geleceğinde yaratabileceği risklere oranla daha kabul edilebilir olabilir.
Yorumlar
Yorum Gönder