2023 Türkiye Genel Seçiminden Kalanlar

 


Bir ülke tahayyül edelim; resmi rakamlara göre gıda enflasyonun %55, enflasyonun %43, işsizlik oranının %10 olduğu, hükümetin yıllık bütçesinin yılın 6. ayında tükendiği, 3.7 milyon mülteci ile dünyada ilk sırada yer alan, yoksulluk sınırının 33.754 TL, sigortalıların %41’inin asgari ücretle çalıştığı ve asgari ücretin açlık sınırı olan 9.752 TL’den düşük olduğu bir ülke. Son 2-3 yılda bu ve benzeri rakamları o kadar çok tükettik ki bizlere anlamsız ve manasız geliyor olabilir. Fakat bu rakamlara bakıldığında dünyanın herhangi bir demokrasisinde aynı hükümetin tekrar seçim kazanması oldukça zor görünüyor.

https://commons.wikimedia.org/w/index.php?curid=131971109

Yukarıdaki tahayyülü bizzat yaşamış bizler bu şoku üzerimizden ne zaman ve nasıl atarız bilemiyorum ama sonuçları bir mantığa oturtmaya çalışarak başlayabiliriz.  Seçim sonuçlarının ittifaka göre dağılımını gösteren Türkiye haritasına baktığımızda resmi olmayan sonuçlara göre toplam nüfus sıralamasındaki ilk 25 şehir baz alındığında oy oranları şöyle: Kemal Kılıçdaroğlu %50.4, Recep Tayyip Erdoğan %49.6. Türkiye’nin çok nüfuslu illerinin çoğunda muhalefet adayının seçimi önde bitirdiği, Anadolu illeri ve Karadeniz Bölgesinde ise Cumhur ittifakı adayının kazandığı görülmekte. Yukarıda bahsettiğimiz istatistiklerle bu durumu bağdaştırmaya çalıştığımızda; hayat pahalılığının ve günlük yaşamda karşılaşılan mülteci problemi ile daha az yüzleşen seçmenin, bu sorunları düşünerek tercih yapma oranı azalıyor. Halihazırda çoğunluğunun kendi evinde yaşadığı dolayısıyla artan kira fiyatlarından çok etkilenmediği çıkarımı yapılabilir. Ayrıca kırsal bölgelere yakınlıklarıyla ucuz gıdaya erişimi yoğun nüfuslu illere göre görece kolay olan seçmenin enflasyon canavarına daha az maruz kalması “Reislerini” terk etmelerine neden olmuyor. Milliyetçi muhafazakâr olarak ifade edebileceğimiz seçmenin tercihinin şekillenmesinde iktidarın güvenlik politikalarını sürdürmesi, TOGG gibi “milli” bir markanın gurur nişanesi olarak kapılarına kadar gelmesi, uzun yıllardır yapılan savunma sanayi yatırımları çıktılarının tek başına iktidar ittifakı adayının girişimleriymiş gibi yansıtılması etkili olmuş görünüyor. Bu ve benzeri teknoloji yatırımlarının reklamı o kadar iyi yapılıyor ki bırakın Teknofest’i, toplumun çoğunluğu tarafından sempatiyle izlenen Gönül Dağı adlı dizide bile mikro ölçekte işleniyor. Yokluk içinde, tüm engellenmelere rağmen muhteşem dehasıyla “bizim topraklardan” olan Taner, uçan araba yapıyor. Arama motorunuza uçan araba “Cezeri” yazdığınız karşınıza çıkan kişinin seçimden önceki siyasi söylemleri hepimizin malumu.



Seçimin iktidar ittifakı tarafından kazanılmasında başat faktör ise Fahrettin Altun’un etkisiyle ana akım medyanın kontrolü yer alıyor. Demirören Medya grubunun Ziraat Bankası kredileriyle CNN, Kanal D, Hürriyet ve Posta gibi medya iletişim araçlarıyla portföyünü genişletmesiyle iktidara yakın medya ağının büyümesi sonucu İletişim Başkanlığı’nın eli rahatlamıştı. [Yazının bu bölümünü tamamladıktan bir gün sonra muhaliflere şirin gelen birkaç kesit (Ali Sunal’ın deprem sonrası konuşması, Aile adlı dizideki ampül söndürme sahnesi gibi) sunmuş Show TV’yi de barındıran CİNER Medya’nın Cengiz Holding’e satışı haberiyle karşılaştım.]   Seçmenin çoğunluğunun haberleri ve yorumları takip ettiği kanallar olan görece “tarafsız” bu medyanın seçimin ilk turundan bir gece önce Savunma Sanayi Başkanı İsmail Demir ile yayın yapması yukarıda sunulan argümanların çıkış noktasını oluşturmakta. Oldukça meşru bir girişim olarak ifade edebileceğimiz savunma sanayi yayınlarının yanında muhtemelen altında Fahrettin Altun ve ekibinin imzası olan Kandildeki teröristlerin muhalefetin adayının propaganda videosunda yer alıyormuş gibi yansıtılması ve bu montajların Erdoğan’ın mitinglerinde gösterilmesi hiçbir etik standarda uymamaktadır. Fakat bunun toplum tarafından satın alındığı da bir gerçektir.

Erdoğan’ın son bir yıldır uyguladığı seçim ekonomisindeki enflasyon-maaş zammı sarmalı daha çok kendi seçmeni olan mavi yakaya hitap ediyor. Toplumun çoğu TÜİK enflasyon rakamlarına güvenmese de “açıklanan enflasyon oranının üzerinde zam” alan asgari ücretli, çoğunluğu muhalif olan beyaz yaka kadar maaş almanın şehvetiyle gittiği sandıkta iktidara olan borcunu ödüyor. Aslında açlık sınırının altında yaşayan bu kitle hayat pahalılığının TÜİK rakamlarından ibaret olmadığını tattığında yoksulluğun ve sefaleti benimseyen “kaderci” bir yaklaşıma bürünüyor. Bu da onun siyasi tercihlerinde Yeniden Refah gibi muhafazakâr partilere dolayısıyla iktidar adayına yönlendiriyor. Tıpkı 1994 ekonomik krizi sonrası zor günler geçiren kentli yoksulların “adil düzen” söylemleriyle gettoları gezen Refah Partisine yönlendiği gibi.

Gelelim muhalif aktörlere... 6’lı Masa formülünün doğru olup olmadığı, bu masanın icracılarının sunduğu adayın doğru kişi olup olmadığı uzun zamandır tartışılan bir konu. Yıllardır ana muhalefet partisi olan CHP ve merkez parti olma iddiasıyla yola çıkan İyi Parti’nin girişimleriyle kurulan Millet İttifakı 2019 Yerel Seçimlerinde elde ettiği başarıyla 2023’e dair umutlarını arttırmıştı. Umutlar arttıkça ittifak çeşitli vaatlerle genişledi. AKP’nin parlak günlerinde en ön saflarda yer alan Babacan’ın DEVA’sının ve eski Başbakan Davutoğlu’nun endişeli muhafazakarları CHP’ye yaklaştırabileceği formülü oldukça akla yatkın görünüyordu. Ayrıca “helalleşme” kampanyası ile paralel giden bu muhafazakâr seçmene ulaşma çabası “Nursemaların” CHP’ye olan algısını değiştirebilirdi. Fakat seçim sürecinde Deva ve Gelecek Partisinin teşkilatlarının yeterince göz önünde olmaması bu formülün çalışmamasına neden oldu. Endişeli muhafazakarları getirme vaadiyle CHP listelerinden milletvekili olan Gelecek ve Deva Partililerin ikinci tur motivasyonu daha da düşük oldu.

Yapılan kamuoyu araştırmalarına göre Ocak 2023 anketlerinde %20 oy oranlarına ulaşan İyi Parti mart ayında Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına gösterdiği tepki sonrası bir gün sonra tekrar 6’lı Masaya dönerek seçmendeki itibarını oldukça düşürdü. Yavuz Ağıralioğlu gibi milliyetçi muhafazakâr isimlerin partiden ayrılışı da İyi Parti’nin oy oranlarını olumsuz etkilediği söylenebilir. Bütün bu olumsuzluklara rağmen İyi Parti, kadrosundaki Bilge Yılmaz, Ümit Özlale gibi isimlerin reklamını yeterince yapabilmiş olsaydı toplumda karşılığını bir nebze daha arttırabilirdi. Cumhur ittifakı; Yeniden Refah ve Hüdapar gibi kadın hakları konusunda ciddi bir tehdit oluşturan iki siyasi hareket barındırırken “kadın” bir Genel Başkan olarak Meral Akşener, kadın seçmenin bu seçimde kilit bir rol oynamasını sağlayabilirdi. Muhalif kesimin bazılarında farklı görüşlerdeki siyasetçilerin bir araya gelip Erdoğan’a karşı mücadele etmesini zayıflık olarak görülmüştü. Ancak Cumhur ittifakındaki ortakların farklılıkları düşünüldüğünde toplumun ideolojik farklılıkları sanıldığı kadar önemsemediği ve ittifakların “süvarilerine” odaklandığı söylenebilir. Saadet, Gelecek, Deva gibi muhafazakâr partilerin görece merkez sağ İyi Parti ve Demokrat Parti ile Kemal Kılıçdaroğlu ile ortanın solundan giderek merkez sağa yaklaşan CHP’nin bir araya gelmesi; Hüdapar gibi İslami Kürt Partisi ile MHP, BBP bir araya gelmesinden daha normal karşılanabilir.

Millet İttifakının aday belirleme sürecindeki kapalı tutumunun seçime yaklaştıkça masadaki ortakları gerdiği bir gerçek. İlk konuşulacak konuyu “ülkenin sorunları”nı bahane ederek erteleyen ittifak üyeleri, 3 Mart krizini yaşamamış olsaydı sonuç farklı olabilirdi. 3 Mart krizinden sonra Kemal Kılıçdaroğlu, Yavaş ve İmamoğlu formülüyle iyi bir ivme yakalasa da bu ivmeyi yukarıda bahsedilen Anadolu illerine taşıyamadığını görüyoruz. 6 Şubat depreminin getirdiği burukluk nedeniyle miting sayılarının azalması iktidar ittifakına göre anlatacak çok şeyi olan muhalefetin dezavantajına olmuş görünüyor. Rakibinin aksine birleştirici ve pozitif bir kampanya izleyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun kampanyasındaki en büyük eksiklik ise; kabinesinin oluşturulmaması. Karşısında 21 yıldır iktidar olan ve lider kültü üzerinden hareket eden siyasi bir dev varken yeterliliği her kesim tarafından tartışılan Kemal Kılıçdaroğlu’nun tek başına seçim kazanması mümkün olmadı. Halihazırda Belediye Başkanı olan iki ismin muallakta olan “Cumhurbaşkanı Yardımcılığı” toplum tarafından satın alınmadı. Ayrıca en büyük vaat olan ve üzerinde ciddi emek sarf edilen “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” çalışmaları siyasi okuma&araştırma yapma konusunda epey isteksiz olan seçmene yeterince iyi anlatılamadı.

Tüm bu değerlendirme ışığında; oldukça duygusal ve iyi niyetli bir girişim olan Kemal Kılıçdaroğlu adaylığı muhalifler için bir hayal kırıklığı oluşturdu. Anket sonuçlarına göre ilk turda seçimi kazanabileceği öngörülen Kemal Kılıçdaroğlu’nun birleştirici kampanyası onun adaylığına karşı olan kişilerde bile bir sempati oluşturdu. Fakat yıllardır bir şekilde Tayyip Erdoğan’ın karşısına çıkan ve dolayısıyla Erdoğan tarafından örselenen, hor görülen, hedef gösterilen bir siyasetçi olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan seçmeninde tekrar itibar kazanması mümkün olmadı. Muhafazakâr milliyetçi seçmen örseledikleri, itibar etmedikleri Kemal Kılıçdaroğlu’nun belki de son kez aday olan “Reis”lerine karşı galip gelmesine izin veremezdi. Bu his Tayyip Erdoğan seçmeninde çok ciddi bir konsolidasyon yarattı ve rekor bir katılımla seçim; muhaliflerin hayal kırıklıkları, göz yaşları ve umutsuz bakışlarıyla tamamlandı.

Yorumlar

Popüler Yayınlar