Spykman'ın Kenar Kuşağı ve Doğu Akdeniz
Dünya hâkimiyeti üzerine birçok teori üretilmiştir. Fiziki coğrafya temelli; Mackinder’ın Kara Hakimiyet, Spykman’ın Kenar Kuşak, Mahan’ın Deniz Hakimiyeti gibi teorileri tarihe karışmış veya günümüz güç odaklarının stratejilerini önemli ölçüde etkilediği varsayılmaktadır. 2. Wilhelm ve 3. Reich Almanya’sının Mackinder’ın “Kalpgah” adını verdiği bölgede hakimiyet kurma arzusuyla dünya savaşları çıkarmaları ve benzeri şekilde SSCB’nin Batı’da yayılmacı stratejisi, dönem karar alıcılarının Mackinder’dan etkilendiklerini ortaya koyar. Soğuk Savaş ve sonrası dönemde ABD’nin denizlerde hâkimiyet kurarak dünyaya hükmetme anlayışı ve benzer şekilde matbaa gibi gemi basan Çin’in Mahan’ın Deniz Hâkimiyeti teorisi üzerinde durduğu düşünülmektedir. Teorilerin ortaya atıldığı dönem ve koşulları bilmeden bu varsayımlar havada kaldığından teorilerin zeminini araştırmayı okuyucunun özverisine bırakarak ülkemizin de içinde bulunduğu Spykman’ın “Kenar Kuşak”ığını ele alalım.
Nicholas John Spykman’ın Kenar Kuşak teorisinde; Türkiye, Irak, İran, Pakistan, Afganistan, Hindistan, Çin ve Kore’nin oluşturduğu hattı kontrol edenin, Avrasya’yı kontrol edeceğini ve Mackinder’a atıfta bulunarak; Avrasya’yı kontrol edenin de dünyayı kontrol edeceğini ifade eder. Bu teorinin merkezinde bulunan Rimland hattı yüzyıllardır birçok mücadeleye sahne olmuş ve olmaya devam etmektedir.
Dünyada özellikle son dönemde şiddeti artarak devam eden siyasi, ekonomik krizler; terör ve salgın olayları ülkeleri olumsuz etkilemektedir. Bu olaylarda köprü vazifesi gören transit geçiş merkezleri daha fazla etkilenirler. Bu bağlamda Türkiye olarak, konuma bağlı olarak meydana gelebilecek olaylardan etkilenme seviyesi yüksek bir ülkeyiz. 2010’da Tunus’ta Muhammed Buazizi’nin kendini yakarak başlattığı protesto gösterileri hızlıca Arap coğrafyasına yayılmıştı. Uzun bir kara sınırımız olan ve 1999 yılında oluşturulan Ottowa Antlaşmasına 2003 yılında dahil olan ülkemiz bu antlaşma gereği 2010 yılında Suriye sınırındaki mayınların önemli bölümünü temizledi. Bir yıl Suriye’de iç karışıklığın çıkması ve muhalif grupların Türkiye sınırına akın etmesi ilginç bir denklemi ortaya koydu. Konuyu dağıtmadan Rimland’e dönelim.
Bölgede yaşanan olayların olumsuz etkilerine az da olsa değinmişken Rimland’ın doğusu yani bizim Levant veya Doğu Akdeniz olarak ifade ettiğimiz bölgedeki zenginliklere de bakmak gerek. ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu’nun Doğu Akdeniz’de yaptığı araştırmalardaki sonuçlar 2010 yılında yayımlandı. Kurumun raporuna göre Mısır ile Kıbrıs Adası arasında 1,763 milyar varil petrol, 223.242 trilyon m3doğalgaz ve 5,974 milyar varil sıvı gaz bulunmaktadır. İsrail ile Kıbrıs Adası arasında bulunan Leviathan sahasında ise 1.689 milyar varil petrol ve 122.378 trilyon m3 doğalgaz bulunmaktadır. Kıbrıs ve Girit arasında Heredot sahasında 1,5 ve 2 trilyon m3 olmak üzere iki ayrı doğalgaz rezervi olduğu ortaya konulmuştur. 2010 yılında önce GKRY adanın tamamını kapsayacak bir şekilde münhasır ekonomik bölgesi ilan etmiştir. Sahayı 12 parçaya ayırarak ENI, Total ve Noble şirketlerine araştırma izni tanımıştır. Bu gelişme Türkiye’nin bölgeye savaş gemilerini göndererek araştırma gemilerini engellenmesine giden sürecin önünü açmıştı. İtalyan petrol şirketi ENI’nin çalışmalarının olduğu bölgede 2015 yılında Mısır’ın Zohr havzasında 850 milyar metreküp gaz keşfi ve İsrail’in 2010 yılında Leviathan sahasında 509 milyar metreküp gaz keşfi yapıldı. Mısır 2017’de İsrail ise 2019’da bu sahalarda üretime başladı.
Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon rezervlerine yönelik arama çalışmalarının arttığı 2010 yılından itibaren, bölgede ittifaklar ve diplomatik faaliyetler yoğunlaştı. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’yle (GKRY) İsrail işbirliğine yöneldiler. Avrupa ülkelerinin ve ABD’nin bölgeye yönelik ilgisinin artmasıyla, Batılı enerji şirketleri ve GKRY yakın ilişkiler geliştirdiler ve doğalgaz arama faaliyetlerine başladılar. Ülkemiz ise ilk sondaj gemisi ‘’Fatih’’ ile 2018’de, ikinci sondaj gemisi ‘’Yavuz’’la 2019’da derin deniz sondaj çalışmalarına başladı. Aynı önemde TSK unsurları bu arama ve sondaj çalışmalarını emniyete almak amacıyla Akdeniz’e görevlendirildi. Türkiye’nin bölgede şimdiye değin attığı en önemli adım ise Libya’nın BM tarafından tanınan Fayez el-Serraj liderliğindeki Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile 2019 yılında imzaladığı MEB antlaşması oldu. O dönemde bölge ülkeleriyle ciddi husumetler yaşayan siyasi karar alıcılarımızın yaşanan ekonomik krizin derinleşmesi sonucu bölgedeki İsrail ve Mısır ile tekrar ilişkiler geliştirmesi gelecek için umut verici görünse de istikrarsız söylemler ve dış politik adımların seçim kazanma uğruna heba edilme olasılığı da canlılığını koruyor.
Kâğıt üzerinde hâlâ savaş halinde olan ve diplomatik ilişkisi bulunmayan İsrail ve Lübnan’ın deniz yetki alanlarının paylaşımı konusunda ABD aracılığıyla yaptığı antlaşma geçtiğimiz haftalarda duyuruldu. Antlaşmanın detayları resmi olarak açıklanmasa da Lübnan’ın Kariş sahasından fedakârlık yaparak Kana sahasından gaz arama hakkı kazandığı konuşuluyor. Hâlihazırda ciddi bir ekonomik bunalım yaşayan Lübnan’ın gelecek adına kin ve nefret duyduğu İsrail ile dolaylı yoldan antlaşması, stratejik olarak birçok ortak çıkarımız olan İsrail ve Mısır gibi ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesi konusunda karar alıcılarımız açısında örnek oluşturmalı. Geçtiğimiz yılın Ekim ayında 4 yılın ardından İsrail ile karşılıklı büyükelçi atamaları önemli bir adım olarak görünse de Mısır ile henüz bu aşamaya gelinmedi.
Bölgede sürekli sorun yaşadığımız aktörlerin başında gelen Yunanistan ise 2000'li yılların başında Sevilla Üniversitesi akademisyenleri tarafından hazırlanan çalışmadaki sonuçlar konusunda diretiyor. Lakin uluslararası kabul gören birçok akademisyen tarafından Yunanistan’ın aşırı talepleri haklı bulunmuyor. Bize benzer şekilde Yunanistan’da da seçim sürecine girilmesi iki ülke arasındaki gerginliğin kontrollü olarak arttırılmasına neden oluyor. Yunanistan Türkiye’nin Akdeniz’deki donanma gücüne karşılık olarak Fransa’dan Rafale uçakları alarak karşılık vererek ekonomisinin sınırlarını zorlasa da güçlü AB desteği bu durumu sübvanse ediyor. Bu süreçte vakit kaybeden iki ülke bölgedeki diğer aktörlerin gaz rezervlerini çıkarıp kullanması karşısında seyirci kalıyor.
Doğu Akdeniz’deki zenginlik açısından şimdiye değin en şanslı görünen ülke ise Mısır olarak görülüyor. Hâlihazırda Zohr havzasından doğalgaz üretimine başlayan Mısır İtalyan ENI ile geliştirdiği yatırımlarla doğalgaz ihracı yapıyor. İsrail ile yaptığı ortaklıkla beraber İsrail’den de gaz alıp LNG ihraç eder duruma gelen Mısır’daki en büyük tehlike ise siyasi yozlaşmanın getirdiği derin ekonomik kriz. Doğu Akdeniz’de artan gerginlik dönemlerinde Fransa, Rusya ve ABD gibi farklı silah kaynaklarından oluşturduğu aşureyi andıran silahlı kuvvetleri Mısır ekonomisini daha da yıpratacak gibi görünüyor. Bugünlerde buğday ithalatı konusunda bile Dünya Bankası garantisi olmaksızın hareket edemez duruma gelmiş Sisi hükümetinin geleceği pek parlak görünmüyor. Bu da enerji yatırımlarından gelecek kazancı daha da önemli kılıyor. Ancak olası bir halk hareketi Mısır’a yatırım yapmayı düşünen enerji şirketlerini ürkütebilir.
1948’de kurulduğunda stratejik olarak büyük dezavantajları olan İsrail yıllar içinde attığı başarılı adımlarla bölgenin en güçlü aktörü haline gelmiş durumda. Lakin hâkimiyetini korumak adına bölgenin gaz rezervlerindeki haklarını korumak zorunda. Bölgeden şimdiye değin en iyi yararlanan ülke konumunda olan İsrail’de sık sık hükümet değişiklikleri olsa da ulus çıkarları iç politik mücadeleye dâhil edilmediğinden dış politikada adımlar istikrarlı seyrediyor. İsrail, az önce de değindiğim gibi kâğıt üzerinde savaş halinde olduğu Lübnan hükümeti ile görüşmekten geri kalmadığı gibi daha önce birçok savaş yaşadığı Mısır ile ortak bir enerji ihraç platformu oluşturabiliyor. Kendi bakış açısıyla terörist olarak gördüğü Filistin halkına verilen desteklerin kendi kontrolünde kalması için Mavi Marmara olayında olduğu gibi sert güç kullanmaktan kaçınmazken uluslararası platformlarda olayla ilgili özür dilemekten de geri kalmıyor. Çevreci grupların itirazlarına rağmen Noble grubuyla birlikte Levianth ve Tamar sahasından doğalgaz üretimine başlayan İsrail, Mısır’a doğalgaz ihraç eder duruma geldi.
Mısır, Yunanistan ve GKRY, Ekim 2018'de bir Doğu Akdeniz Gaz Forumu kurma kararı aldı. Merkezi Kahire'de olacak forum, Doğu Akdeniz’de gaz üreten ülkeleri ve ithal eden tüm ülkeleri ve transit ülkeleri kapsayacağı öngörülüyordu. Forumun bildirisinde üretici ülkeler dışında alıcı ve transit ülkelerin de EMGF kapsamında sayılmış olmasına rağmen sadece Yunanistan’ın transit ülke olarak, Ürdün ve İtalya’nın da alıcı ülke kapsamında toplantıya davet edilmiş olması, oluşturulan forumun Türkiye’yi dışlayan bir stratejiyi hedeflediği düşünülebilir. Uluslararası kamuoyunda destek bulmak adına her toplantısına AB, ABD ve Dünya Bankası temsilcilerini davet eden EMGF’nin hedeflerine ulaşması Türkiye’nin coğrafi konumu ve askeri gücü değerlendirildiğinde bugün için mümkün görünmüyor. Bu noktada özellikle son 10 yılda içeride ve dışarıda yapılan onlarca hataya/yolsuzluğa rağmen ayakta kalmayı başarmış Türk ekonomisine ve TSK’a teşekkür etmek boynumuzun borcudur. Lakin “bu gidişat çok kötü gidişat” olduğu için siyasi karar alıcılarımızın veya karar alacak olanların bölgedeki aktörlerle kazan-kazan temelli diyaloglar geliştirmesi en büyük arzumuz. Enerjide dışa bağımlılığı azaltmak ve Rusya bağımlılığından kurtulmak isteyen AB ülkelerine petrol/gaz ihracı yapmak için bölge kaynaklarını ivedilikle kullanıma açılması belki de “Orta Doğu bataklığı” olarak ifade edilen bölgenin yeniden huzura kavuşmasını sağlayabilir.
Yorumlar
Yorum Gönder