Yeniden Hortlayan Malthusculuk ve Günümüz Gıda&Nüfus Dengesi

 

İngiliz iktisatçı Thomas Robert Malthus 1798 yılında yayınladığı ‘Nüfus İlkeleri Üzerine Bir Deneme’ adlı kitabında ortaya koyduğu tez sadece ekonomik tartışmalarla sınırlı kalmayıp farklı çevrelerce tartışılan, bazıları için bir distopya bazıları için aşılması gereken sorunlar ve bazıları için de safsata olarak görüldü.

Malthus’un ortaya attığı tez kısaca şöyleydi: uygun şartlarda herhangi bir kısıtlayıcı faktör (salgın vb.) yoksa türümüzün nüfusu 1, 2, 4, 8, 16, 32 …gibi geometrik şekilde artarken; gıda maddeleri ise 1,2,3,4,5,6… gibi aritmetik olarak artar. Bu teoriye göre gıda arzının nüfusu beslemekte yetersiz kalacağı ve bunun sonucunda insanlığın fazlasının açlığın getirdiği ölümlerle yüzleşeceğidir. Malthus’un bakış açısıyla düşünecek olursak kalan popülasyonunda kıtlık öncesi erişilen medeniyet seviyesinden oldukça geriye gideceğini varsaymak zor değil. 

Malthus tezini yayınladığı sırada dünya nüfusu 990 milyon civarındayken günümüzde 8 milyara ulaşmış, kısaca hızla akan zaman Malthus’un tezinin doğru olmadığını, insanlığın gelişen teknoloji ve ekonomiler sayesinde gıda arzını arttırabildiği görülmüştür. Bolluk ve refahın hâkim olduğu Soğuk Savaş sonrası liberal dünyada gıda arzı öylesine büyüdü ki mevsime uygun beslenme kültürünün kaybolmasının yanı sıra absürd yemek haz ve karışımları görür olduk. Bu yazıyı klavyeye alırken bir an Malthus’un içine patestes kızartması (marka da vermek gerekirse doritos) koyulmuş çiğ köfte dürüm yediği bir kare gözümde belirdi ve bunu kaçırdığı için bir hayli sevindim. Bir şekilde şimdiki dünyayı görüyorsa yanıldığı için mutlu olduğunu umuyorum. Ezcümle İngiliz iktisatçı Malthus’un nüfus teorisi karamsar ekonomi teorileri arasında tarihe gömülmüş gibi görünüyordu.

1 Aralık 2019 tarihinde tanıştığımız Covid-19 pandemisi sonrası evlere kapandığımız günlerde Malthus’unkine benzer onlarca distopik teoriler bir şekilde önümüze geldi. Hastalık ve salgın bazlı teorileri bugünlerde tekrar tozlu raflara kaldırmış olsak da pandemi sürecinde kırılan tedarik zincirleri sonrası artan gıda enflasyonu Malthus’un teorisini tekrar akıllara getirdi. Birkaç gün önce de dünya nüfusumuzun 8 milyara ulaşmış olması bu yazıyı yazmamın müsebbi oldu.

Pandemi sonrası kırılan tedarik zincirlerinin üzerine eklenen dünyanın tahıl ambarı olarak ifade edebileceğimiz Doğu Avrupa’nın bereketli çernezyom toprakları üzerinde çıkan Rusya-Ukrayna savaşı çok sayıda insan için bir kıtlık tehlikesi yarattı. Özellikle nüfus olarak fazla ve ekonomik olarak gelişmemiş Afrika ülkelerinden Somali, Benin, Tanzanya, Sudan, Kongo ve Senegal için. Savaşın getirdiği Doğu Avrupa tahılının dünyaya arzının tehlikeye girmesi ve  Çin’in sürekli tahıl stoklaması sonucu buğday, arpa ve mısır gibi temel tahıl emtialarının fiyatlarını oldukça arttırdı. Dünyadaki her ülke hükümeti için tehlike arz eden gıda enflasyonunu kontrol etmek adına tahıl fiyatlarını düşürme çabasına giren siyasilerden ilki Boris Johnson hükümetinde Dış İşleri Bakanı olan, ortalama bir marulun raf ömründen daha kısa bir süre Başbakanlık yapıp istifa etmek zorunda kalan Lizz Truss olmuştu. Truss, Ukrayna ve Rus heyetleri ile görüşüp tahılın dünyaya arzını gerçekleştirmeye çalışsada başarılı olamadı. Bu fikirden hareketle Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın da dahil olduğu Türk hükümeti bu koridorun açılması konusunda yaptığı diplomatik görüşmelerin sonucunda başarıya ulaştı. BM’nin de katıldığı bu görüşmeler sonucu açılan tahıl koridoru tahıl emtia fiyatlarını bir nebze düşürdü lakin koridorun ilk amacı olarak açıklanan Afrika ülkelerine tahıl arzı hedefinden uzaklaşıldı. Tahılın çoğu AB ülkelerine ve Türkiye’ye geldi. Bir Türk çiftçisi olarak tahılın ülke içinde yarattığı fiyat baskısının etkilerine başka bir yazıda değinmek daha iyi olacağından konunun eksenine geri dönüyorum.

 


Dünya tarihinin en kanlı yüzyıllarından biri olan 20. yüzyılda yaşanan büyük savaşlar, devrimler ve kıtlıklar o yıllarda Yeni Malthusçuluk diye bir yaklaşımı ortaya çıkardı. Gelişmekte olan ekonomilerdeki hızlı nüfus artışının ekonomik ilerlemeyi engelleyen en önemli meselelerden birisi olarak karşımıza çıktığını öne süren bu görüş, nüfus artışını doğum kontrolü ile önlemek gerektiği fikriydi. Doğum kontrolüyle çocukların geleceğinin garanti altına alınabilmesi sağlanacaktı. Çocuklarına yeterli ve nitelikli eğitim verecek durumda olmadığını düşünen aileler, çocuk sayısını sınırlamak için doğum kontrolüne başvuracaklardı ancak tem tersi gerçekleşip, doğum kontrolünü yapan ailelerin durumu, doğum kontrolü yapmayan ailelere göre çok daha iyi durumdaydı. Hali vakti yerinde olmayan aileler meseleyi kadere bağlayarak birden çok çocuk yaparken, durumu göreceli olarak daha iyi olan aileler, çok çocuğa yeterli ve nitelikli bir yaşam olanağı sağlayamayacaklarını düşünerek doğum kontrolü uyguladılar. Bu gelişmenin sonucu olarak daha düşük ekonomik ve eğitim düzeyinde olan nüfus daha da arttı. Bu sürecin 21. yüzyılda da devam ettiğini söylemek mümkün. Özellikle refah içindeki toplumlar için büyük tehlike arz eden bu durumu birkaç örnekle açıklayalım.

Birçoğumuzun patlama haberlerine aşina olduğu Filistin&Gazze bölgesi İsrail kontrolünde olan Yahudi ve Müslümanların yaşadığı bir bölgedir. İsrail askeri gücüyle bölgeyi kontrol ve baskı altında tutmaya çalışsa da Müslüman nüfus artış hızının daha refah bir hayat süren Yahudilere oranla daha hızlı artmasını önleyememektedir. İsrail Ynetnew haber ajansının 30 Ağustos 2017 tarihli haberinde, İsrail vatandaşı Arapların nüfus artış hızının Yahudiler ve diğer azınlıklardan daha fazla olduğuna işaret etmiştir. 1.5 milyondan daha fazla nüfusu ile ülkenin yaklaşık %20’sini oluşturan Filistinlilerin 2.4 ile en yüksek nüfus artış hızına sahip olduğunu ortaya konulmuştur. 1949’da %80 oranla Yahudi’nin bulunduğu Filistin’de 2025 yılında Müslüman Arapların Yahudi nüfusunu geçeceği beklenmektedir. Artan nüfusa oranla artacak yoksulluğun getireceği radikalleşme terör olaylarını arttıracağı düşüncesiyle İsrail bölgeye duvar çekmekle yetinmek durumunda kalmıştır.

Birkaç ay önce Meksika sınırından ABD’ye doğru koşan Türk gençlerinin videosu sosyal mecralarda viral olmuştu. Bizimkiler buralardan kalkıp Meksika üzerinden ABD’ye geçerken Meksika’nın gettolarındaki gençler durur mu? Bu sorunun yanıtını da ABD’nin eski Başkanı Trump Meksika sınırına duvar çekme girişimiyle 2019 yılında vermişti. Kendi içindeki uyuşturucu kartelleriyle mücadele etmekte olan Meksika, 126 milyon nüfusu ve %’1’lik nüfus artış hızıyla ABD’den (%0.1) hayli hızlı ürüyor. Bu hızlı ürüme hayat standartlarını kötüye götürürken ABD’ye göçme girişimlerini arttırıyor. Gıda arzında sorun yaşamayacak ülkelerin başında ABD gelse de Amerikan şahinleri artan hispanik nüfusundan oldukça endişeli görünüyorlar.

 Güney Sudan, Yemen, Irak, Afganistan gibi süreklilik arz eden iç karışıklık ve gıdaya erişim sorunlarının olduğu ülkelerde de yıllık %2’yi aşan nüfus artış hızı bulunurken genel olarak gelişmiş ülkelerin nüfus artış hızı %0.1’de seyrediyor.

Gelişmiş ülkeler nüfusu kontrolsüzce artan çoğunluğu Afrika ve Asya’da bulunan ülkelere Malthus’un öngördüğü ölümleri önlemekten ziyade radikalleşme sonrası artacak terör ve göç eylemlerini önlemek adına tahıl koridoru vb. adımları atmaktadır. Lakin bu suni çabalar geçici çözümlerden öteye gidemediğinden dünya nüfusunun artışı ve niteliği kendi haline bırakılmış gibi görünüyor. The Wall Street Journal’de yayınlanan araştırmaya göre dünya nüfusunun 2080’e kadar 10.4 milyona ulaşacağı ve 2100’e kadar bu seyirde devam edeceği ve daha sonra azalmaya başlayacağını ifade ediyor. Artan nüfusun ekilebilir alanları azaltacağı ve artan küresel ısınmanın getirdiği iklim değişiklikleri gerçeği gıda üretiminde önemli bir tehlike olarak önümüze çıkıyor. Sulama yapmanın gerek olmadığı bereketli orman topraklarına sahip Avrupa ve mısır&buğday üretim kuşağı bölgelerine sahip olan ABD’den çıkan bu iyimser araştırmaların çoğunluğu yarı kurak ve kurak olan Afrika, Asya ve Akdeniz havzasının üretim ve nüfus dengesinin iyice bozulduğunu umursamıyor gibiler. Bunun ucuz iş gücü ve katma değerli ürünler için yeni pazar imkânları gibi nedenleri olsa da radikalleşme, terör eylemleri ve sınırlara dayanan mülteci akınları yeni politikalar üretmelerine zorlayabilir görünüyor.

Yorumlar

Popüler Yayınlar