DUVAR
5 Mart 1946 tarihinde ünlü Fulton konuşmasını yapan Winston Churchill, kullandığı “demir perde” ifadesiyle soğuk savaşın başladığını ve dünyanın iki kutba ayrıldığını ilan ediyordu. 1961’de Berlin’de inşa edilen duvarla bölünme somutlaşmıştı. NATO ve Varşova Paktının kurulmasıyla bu ayrım militarize bir ruha bürünmüştü. 1991’de Sovyetlerin dağılmasıyla ortaya çıkan yeni konjonktürde dünya, ABD önderliğinde tek kutuplu dünyaya yelken açmıştı. Eskinin süper gücü Rusya, başta ekonomi olmak üzere Sovyetlerden kalan problemlerle uğraşırken NATO, 1999’da Çekya, Macaristan, Polonya; 2004’de Bulgaristan, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya gibi eski “demir perde” ülkelerini bünyesine dahil ederek eski tehdit Rusya sınırında bir güvenlik hattı oluşturdu.
2014’de geldiğimizde Rusya, Putin önderliğinde belirli bir toparlanma sağlamış ve askeri gücünü yeniden tesis etmiş şekilde tarihi bağlarının olduğunu iddia ederek Kırım’ı işgal ve ilhak ederek geçte olsa sıkıştırılmasına bir tepki vermiş oldu. 2022 Şubatında Ukrayna’ya başlattığı saldırı ile birlikte yeni bir dünya düzenin varlığını tüm dünyanın anımsamasına neden oldu. Rusya, ABD ve NATO’nun karşısına çıkabilecek en büyük güç olmasa da tek kutuplu dünya düzeninin son bulduğunu biz dünyalılara kanıksattırdı. Rusya’nın devam eden işgal girişimi özellikle Doğu Avrupa ülkelerinde silahlanma sürecini hızlandırdı.
Geçmişte hem doğudan hem de batıdan gelen güçler tarafından işgal edilmiş Polonya, Ukrayna direnişinin simgesi olan Amerikan sistemlerinin başarısının da etkisiyle ordusunu ABD standartlarına uygun hale getirmeye hız vermiş durumda. Yapılan savunma harcamalarının temelini ABD’den aldıkları F-35 oluşturuyor. Bunun yanında muadillerine oranla maliyetleri daha düşük ve herhangi bir siyasi gerginlik ve ambargo tehdidi yaşamayacakları Güney Kore sistemlerine de yönelmiş durumdalar. Hâlihazırda Güney Kore’den 48 adet T-50 hafif taarruz uçağı ve 180 adet K-2 Black Panther ana muharebe tankı siparişi vermiş durumdalar. Güney Kore’nin bu ihracat başarısı özellikle Balkanlarda onlara yeni pazar alanları açabilir. 1950’de asker gönderip destek verdiğimiz Güney Kore’nin savunma sanayi başarılarından bahsederken ülkemize de değinmeden geçmeyelim. Türkiye’nin savunma sanayi gelişim eğrisi ilk başlarda Güney Kore ile yakın seyrediyordu. Son yıllarda Türkiye’nin siyasi ve stratejik tercihleri sonucu karşılaştığı ambargo ve ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kriz nedeniyle yaşadığı nitelikli personel kaybı ve projelere aktarılan desteklerin azalması nedeniyle planlanan hedeflere ulaşılamadı. Konuyu daha da dağıtmadan Almanya’ya geçelim.
Almanya’daki koalisyon hükümeti de aldığı kararla GSMH’nın %2’sine yaklaşık olan 100 milyar euroluk yeni bir paketle ordusunu modernize edecek. Bu harcamaların en büyük kısmını ABD’den alacakları 35 adet F-35 oluşturacak. Tornado uçaklarının yerini alacak bu uçaklar Almanya’nın ABD tarafından kurulan ağ merkezli harp duvarına ortak olacağının kanıtlar durumda. Bu platforma sahip ülkeler ve yakın gelecekte sahip olacak ülkeler yeni “demir perde”nin sınırlarını oluşturacağa benziyor. Halihazırda Litvvanya, Estonya, Letonya gibi Baltık ülkelerine F-35 konuşlandıran ABD; Finlandiya, Polonya, Almanya’dan sipariş almış durumda. Ekonomileri henüz böyle bir sistemi barındırmaya elvermese de Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan gibi ülkeler de alım konusunda istekli. Romanya MİG-21’lerin yerine Norveç’in elindeki 32 adet F-16’yı yaklaşık olarak 350 milyon avroya satın almıştı. Aynı zamanda Romanya Cumhurbaşkanı Klaus Iohannis mart ayında yaptığı açıklamada yakın gelecekte F-35 almak niyetinde olduklarını ifade etmişti. Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev, Hükûmetin ABD’den sekiz adet F-16 Block 70 tedarik etme kararını, Temmuz 2019’da maliyet ve bazı endişeler nedeniyle veto etmişti. Ancak Ağustos 2019’da mecliste yeniden yapılan “alım oylaması” 128 oy üstünlüğü ile sonuçlanmış ve 1.67 milyar dolarlık sipariş kesinleşmişti. Bulgaristan’ın siparişini verdiği 8 adet F-16V Block 70’lerden 4’ü 2023 yılında diğer 4’ü ise 2024’ün başında teslim edilecek. 2019 yılında Başbakanlık görevini üstlenen Boyko Borisov’la yaptığı görüşmeden sonra açıklama yapan Trump, Bulgaristan’ın F-35 almak istediğini açıklamıştı.
Komşumuz Yunanistan’da da F-35 alımına yönelik yoğun bir istek mevcut. Fransa’dan aldıkları Rafale uçakları ve ellerindeki mevcut F-16’ların Block 70 modernizasyonu sayesinde hava kuvvetlerini Ege’deki egemen güç konumuna gelmesinden epey böbürlenen Yunanistan sağı, NATO görevini icra eden Türk F-16’larına radar kilidi atmaktan büyük haz duymuşa benziyor. Türkiye’nin milli projelerine yanıt vermek ve ABD tarafından kurulan F-35 duvarının batısında kalmaya niyetli olan komşumuz, F-35 almak için niyet mektubunu ABD’ye göndermiş durumda.
Yazı boyunca sık sık kullandığım “ağ merkezli harp”; sensörler karar vericiler ve silah sistemleri arasında oluşturulan ağ destekli farkındalık sayesinde, bilgi üstünlüğünün ve durumsal farkındalığın elde edildiği ve bunun sonucu olarak toplam harp gücünün artırıldığı bir kavram olarak tanımlanmaktadır. Lockheed Martin üretimi F-35’de Pentagonun istediği bu beceriye haiz bir platform. F-35 programı üretim ortaklarından olan ülkemizin siyasi ve stratejik seçimler nedeniyle programdan çıkarılması sonucu her gece evimize konuk olan “ıstakalı uzmanlarımız” (isimlendirme Arda Mevlütoğlu’na aittir) tarafından “hantal” olmakla eleştirilsede “dogfiht”a girmesine gerek olmayan bir uçak. Rus yayılmacı sonrası özellikle Fransa’nın pasif-agresif muhalefetine rağmen ABD önderliğinde F-35 platformu üzerinden kurulan bileşik savunma hattı Norveç, İsveç, Finlandiya, Baltık ülkeleri, Polonya, Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan ile birlikte dünyayı tekrardan ikiye bölebilir.
TÜRKİYE İÇİN OLASI SENARYOLAR
Soğuk savaşın başlamasıyla tarafını NATO’dan yana kullanan Türkiye, SSCB ve antenlerine yakınlığı ve harbe hazırlık becerisi sebebiyle paktın vazgeçilmez unsuru olmayı yıllarca sürdürdü. Çoğu NATO üyesinin aksine tamamen Amerikan standartlarına uygun ordusuyla hem kendi iç güvenlik operasyonlarını hem de NATO görevlerini başarıyla icra etti. Günümüzde de Türkiye, NATO’nun en önemli ortaklarından biri olsa da 2016 Ağustos ayında Putin-Erdoğan arasındaki görüşmeden sonra 2017 yılının sonunda duyurulan S-400 HSS alımı nedeniyle NATO ve AB ülkelerinden bolca tepki aldı ve F-35 programında çıkarıldı. Zaman içinde de iyice kötüleşen ABD-Türkiye ilişkileri sebebiyle platforma erişme umudu iyice azaldı. Günümüzde sivil ve askeri bürokrasi kaynaklarıyla F-16’larını modernize etme konusunda yoğun çaba gösteren Türkiye, tedarikçisinden olumlu bir yanıt alabilmiş değil. Bu durum milli projelere hız verme olasılığını arttırmış olsa da (ekonomik sorunlar ve savunma sanayindeki beyin göçü nedeniyle kesinlik yok.) Hava kuvvetleri için ciddi bir eksiklik mevcut. Özellikle seçim sathı mailine girmiş olan Yunanistan’da seçmenini konsolide etmek adına Ege’de üstünlük gösterisi yaparken.
“Istakalı uzmanlarımız” jenarasyon olarak F-35’in muadili durumda olan Rus yapımı SU-57 veya Çin yapımı J-20 veya J-31 ile eksiği kapatabileceğimizi iddia etse de yıllardır Amerikan standartlarına uygun şekilde tasarlanan ordunun yeni standartlara uyum sağlamasının uzun süreceğini düşünüyorum. Siyasi olarak da tamamen Batı’dan kopmaya neden olacak bu hamlenin sosyal ve ekonomik sonuçları da katlanılmaz hale gelebilir. Neyse ki bu aşamaya gelme ihtimalimiz şimdilik düşük. Ülkenin geleceğini şekillendirecek seçimin sonucu muhtemelen duvarın hangi tarafında kalacağımızı da belli edecek. Seçimlere bir yıldan az kalmışken ülkenin geleceğini etkileyecek dış politika ve savunma harcama tercihleri konusunda yorum yapmak oldukça güç olsa da öngörülerde bulunabiliriz.
Mevcut iktidarın seçimi kazanması halinde dış politika tercihlerinin nasıl olacağını öngörmek oldukça zor. Yıllardır istikrarlı bir dış politikadan ziyade sürekli savrulan ve değişiklik gösteren kararlar görüyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tüm bürokratik süreçleri bypass ederek telefon veya yüz yüze toplantı ile sonuca gitme arzusuna yanıt verebilecek iktidarlar duvarın doğusunda bulunuyor. Ayrıca ekonomik sorunların ve ambargoların aşılmasında dışarıdan kaynak bulunması için “demokrasi ve hukuk” şartı koymayan diyalog ortakları da duvarın doğusunda bulunuyor. F-16 modernizasyonu için bile maddelerce teminat koyan ABD’ye bir telefonla ulaşma dönemi geride kaldığı için mevcut iktidarın tekrar yetkiyi aldıktan sonra seçim yapmak zorunda kaldığında doğuyu seçme ihtimalinin daha yüksek olduğunu düşünüyorum.
Şimdinin muhalefetinin, iktidar olması durumunda nasıl bir yol izleyeceğini topluma anlatabildiklerini sanmıyorum. Kalan zamanda da herhangi bir değişiklik olmayacağını düşünürsek; biz vergi mükelleflerinin muhalefetin dış politikasından bir haber seçime gitmek zorunda kalması kaçınılmaz görünüyor. Dış politikadaki muhataplarımızın da muhalefetin dünya siyasetine dair görüşlerini bildiğini sanmıyorum. Bu çıkarımı yapma sebeplerimden birisi; Temmuz ayının sonlarına doğru Türkiye’yi ziyaret eden Almanya Dış İşleri Bakanı Annalena Baerbock’un Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener’den randevu talep etmesine rağmen muhalif liderlerin programları uymadığı için randevu vermemesidir. Ancak işin iyi tarafına bakacak olursak; iki liderinde partisindeki dış politikadan sorumlu heyetleri aracılığıyla Baerbock ile görüşmesi, iktidar olmaları durumunda bürokrasi ve hiyerarşiye uygun hareket edebileceklerini gösteriyor gibi. Muhalif liderlerin ağzında düşmeyen “çoğulcu demokrasi ve kurumların güçlendirilmesi” anlayışı Batılı müttefiklere sıcak gelebilecek ifadeler olarak gözüküyor. Seçim sürecinde “batının uşağı” yaftasını yememek için kendini Batıya anlatmaktan çekinen muhalefetin, iktidar olması durumunda Batıyla ilişkileri güçlendirerek özellikle Yunanistan’ın Türkiye’yi Batıdan izole etme çabalarına engel olabilir. (Komşunun bu çabasına ilişkin detaylar için Medyascope’da yayınlanan Serhat Güvenç’in “Yunanistan’ın Acelesi Ne?” başlıklı yazısına göz atmanızı öneririm.)
Sonuç olarak; seçimden zaferle ayrılacak ittifakın kuracağı yeni kabineyi yalnızca “enflasyon” problemi beklemiyor. İçerideki ekonomi ve hukuk düzenini tekrardan rayına koyup dış politikada tutarlı, uzgörülü, çok boyutlu ve öngörülebilir hareket etmesi gerekiyor. Yeni hükümet geleneksel müttefiklerin güvenini tekrar kazanmak oldukça zor ve ağır bedeller içerse de kakafonik adımlar yerine senfonik adımlarla ülkeyi güvenli limanlara sürmeli.
Yorumlar
Yorum Gönder